
Sosyal psikoloji bireylerin, davranış, duygu ve düşüncelerinin başkalarının gerçek, hayal edilen veya ima edilen varlığından nasıl etkilendiğinin bilimsel yollarla araştırılmasıdır. İnsanların diğer insanlar hakkında nasıl düşündükleri, onları nasıl etkiledikleri, onlarla ilişki kurma biçimlerini ve bu etkileşimlerin psikolojik temellerini sistematik olarak bir şekilde inceler. Sosyal psikologların çoğu sosyal psikolojiyi, psikolojinin bir alt dalı olarak görmektedir. Böyle olduğu için de, zihinsel yaşamın, sosyal etkileşim ve daha genel olarak sosyal olgularla ilgili tarafların sosyal psikolojiyi oluşturduğunu ileri sürerler.
Modern sosyal psikologların ilgilendiği konuları, gruba uyma davranışı, ikna, güç, sosyal etki, itaat, önyargı, önyargının azaltılması, ayrımcılık, kalıp yargılar, sosyal biliş ve sosyal algı, sosyal kategoriler, saldırganlık, yetkeci davranış, özgeci davranış, kişiler arası çekicilik, tutumlar ve tutum değişimi, iletişim, izlenim oluşturma, küçük gruplar, liderlik, kitle davranışı, gruplar arası ilişkiler şeklinde sıralayabiliriz.
Sosyal Psikolojinin Kısa Tarihi
Modern sosyal psikoloji, 20.yüzyılın başından itibaren ABD’de varlık göstermiş ve yaklaşık olarak 1960’ların sonlarına kadar bu durum devam etmiştir. 1970’lerin başından itibaren Avrupalı sosyal psikoloji denilebilecek geleneği oluşturan kuram ve araştırmalar ortaya çıkmıştır. Günümüzde dünyanın her yerinde sosyal psikoloji mevcut olsa da, büyük ölçüde ABD ve Avrupa merkezli bir sosyal psikolojinin ağır bastığı söylenebilir.
Sosyal Psikolojinin Avrupa’daki Kökleri
Modern sosyal psikolojinin kökleri 19.yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan iki entelektüel akıma kadar geri götürülebilir. Bunlar Völkerpsikoloji ve kitle psikolojisidir. Völkerpsikoloji “halk psikolojisi” olarak tercüme edilebilirse de “sıradan insan psikolojisi” ne daha yakındır. Yine de Türkçede kültürel psikoloji olarak anlaşılabilir. Psikolojinin de kurucusu olarak kabul edilen Wilhelm Wundt tarafından geliştirilen Völkerpsikoloji, belirli bir sosyal gruba ait olan insanların bireysel değil kolektif bir biçimde düşünme eğiliminde olduklarını ileri sürer; bu insanlar aynı görüş ve inançları taşırlar ve aynı değerleri paylaşırlar.
Sosyal psikolojinin Avrupa’daki diğer kökü olan kitle psikolojisi, sosyal psikoloji disiplininde Völkerpsikolojiden daha uzun süreli etkiler yaratmıştır. Geniş kitlelerin neden, nasıl ve ne zaman birlikte davrandığını anlamak için geliştirilen kitle psikolojisi yaklaşımının önde gelen temsilcisi Fransız kuramcı Gustave Le Bon’dur. Kitle psikolojisinin temel fikri “grup zihni”dir. Kitle ve grupların yaşayan bir organizmaya benzetildiği bu yaklaşıma göre, kitle ve grupların kendine özgü düşünsel özellikleri vardır. Genel olarak ifade edilecek olursa, kitleye giren bireyler, yalnızken olduklarından farklı bir biçimde düşünürler, hissederler ve davranırlar. Kitleler, bireyden farklı olarak, ilkel ve daha düşük entelektüel ve ahlaki düzlemde davranış gösterirler. Özellikle Le Bon için kitleler çılgın ve vahşidir.
Modern Sosyal Psikoloji
Modern sosyal psikolojinin doğuşunda sosyal psikolojik nitelikte görülen bir deney ve sosyal psikoloji ders kitaplarının yayınlanması etkili olmuştur. Modern sosyal psikoloji deneysel yönteme ağırlık veren bir bilim dalıdır ve 1890 yılında Binet ve arkadaşları tarafından yapılan sosyal etki, 1898’de de Triplett’in sosyal kolaylaştırma deneyleri, sosyal psikoloji alanında yapılan ilk deneyler olarak kabul edilirler. Triplett, bisiklet kullanan insanların yarışta olmasalar bile başka bisikletlilerin varlığında, tek başlarına olduğu duruma göre daha hızlı bisiklet sürdüklerini gözlemiştir ve bu gözleminin sonucunda başka insanların varlığının destek duygusu yarattığını söylemiştir.
Modern sosyal psikolojide tarihsel başlangıç niteliğindeki diğer gelişme de 1908 yılında McDougall ve Ross tarafından yazılan iki ders kitabıdır. Psikolojik sosyal psikolojinin temsilcisi olarak McDougall, tüm görüşünü içgüdü kavramına dayandırmıştır. Darwin’in evrim kuramından etkilenen McDougall, doğuştan getirilen zihinsel özellikleri sosyal yaşamın temeli olarak görmüştür. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, ABD’de, ana disiplin psikolojide hem zihin çalışmasına hem de içgüdü temelli anlayışa eleştiriler yöneltilmiş, bunun yerine davranışçılık geçmiş ve gitgide psikolojiye egemen olmuştur. Psikolojideki davranışçılığı sosyal psikolojiye taşıyan kişi ise Floyd Allport’tur. Diğer davranışçılar gibi Allport da, sosyal psikolojinin ciddiye alınmak istiyorsa deneysel bir bilim olması gerektiğini ve bunun için de davranışçı ilkelerin uygulanması gerektiğini öne sürmüştür. Allport, “grup zihni” kavramını gözlenemeyen bir yapı olduğu gerekçesiyle reddetmiş, hatta psikolojik anlamda “grup” diye bir olgunun da var olamayacağını öne sürmüştür. Ona göre, grup, bireylerin düşündüğü, hissettiği, davrandığı anlamda düşünemez, hissedemez ve davranamaz. Grup, bireylerin özelliklerinin toplamından daha fazla bir şey değildir ve dolayısıyla grup davranışını anlamak için birey psikolojisini bilmek yeterlidir. Davranışçı sosyal psikoloji bireyselci ve indirgemecidir. Davranışçılıkla birlikte, psikolojide olduğu gibi sosyal psikolojide de zihin yerine davranış odak noktası haline gelmiştir. Ancak disiplinin genel tarihsel sürecine bakarsak, sosyal psikolojide davranışçılık uzun süre egemen olamamıştır. 1920’lerde sosyal psikolojinin gelişimindeki diğer önemli bir olay da Thurstone ve arkadaşları tarafından tutum ölçüm teknolojisinin geliştirilmesidir. Daha önceleri, sosyal bir nesneye yönelik oluşturulan bir eğilim anlamında kullanılan tutum kavramı, sonradan zihinsel bir yapı olarak görülmeye başlanmıştır. Zaman zaman geri plana düşsede, tutum çalışmaları sosyal psikolojinin günümüze kadar süren temel araştırma alanlarından biri olmuştur. 1930’larda Almanya’da yükselen Nazizm dolayısıyla Avrupa’dan pek çok bilim insanı ABD’ye göç etti. Bu bilim insanlarından Kurt Lewin ve Solomon Asch ve Türkiye’den Muzafer Sherif ABD’deki sosyal psikolojiyi derinden etkilemişlerdir. Bu üçlü ABD’ye gittiklerinde davranışçılığın ağır bastığı bir sosyal psikoloji buldular. Gestalt psikolojisinden (bütünselliğe önem veren yaklaşım) etkilenmiş olan Lewin, Asch ve Sherif, bir yandan davranışçılığı reddettiler ve zihinsel olguları sosyal psikolojiye tekrar soktular, diğer yandan grup zihni yaklaşımını da reddettiler. Gestaltçı bakış açısından grubu gerçek bir psikolojik olgu olarak ele aldılar ve özellikle Lewin ABD’de grup süreçleri ve dinamikleri araştırmalarında bir geleneği başlattı. Diğer yandan, zihinsel olguları sosyal psikolojiye tekrar sokmak ve grup çalışmalarını bu perspektiften çalışmaya başlamaları yanında, bu bilim insanları, davranışçılık zamanında zaten başlamış olan deneysel geleneği daha da güçlendirdiler. 1950’ler ve 1960’larda ABD’de sosyal psikolojide bir taraftan grup süreçleri, diğer yandan da tutumlar konusunda araştırmalar sürdürülüyordu. Bunlardan başka, 2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında sosyal psikolojide başka eğilimler de göze çarpmaktadır. Bu eğilimlerden biri, etkileyici iletişim ya da ikna gibi uygulamalı araştırmalara, toplum ve yöneticiler tarafından duyulan taleptir. Diğer bir eğilim, savaş öncesi ırksal önyargı ve ayrımcılık konularına duyulan ilginin, savaş sonrasında çok daha fazla artmasıdır. Bu dönemde ırkçılığı anlamak için geliştirilmiş pek çok kuram ve araştırma programı mevcuttur. Bunlar içinde, en popüler olanı Adorno ve arkadaşlarının geliştirdiği Otoriteryen Kişilik kuramıdır. Üçüncü bir eğilim de savaşın tutum ve tutum değişimine yönelik ilgiyi arttırmasıdır. Hovland ve arkadaşlarının yaptığı deneysel çalışmalar tutum değişimine odaklanmış ve genel olarak tutumlar en çok çalışılan konu haline gelmiştir. Ancak 1960’ların ortalarında tutum çalışmaları tıkanmış ve gerilemeye başlamıştır. Tutum çalışmalarının gerilediği 1960’lar sosyal psikolojide “kriz” denilebilecek eleştirilerin başlangıcına da tanık olmuştur. Bu eleştiriler temel olarak, sosyal psikolojide, davranışın içinde yer aldığı sosyal bağlama gereken önemin verilmediği noktasında yoğunlaşmıştır. Aynı tarihsel dönemde, kimilerinin “Avrupa Sosyal Psikolojisi” olarak adlandırdığı iki kuram ve bunlara dayalı araştırmalar başlamıştır. Günümüzde devam eden bu iki kuram ve araştırma geleneği Fransız sosyal psikolog Moscovici tarafından geliştirilmiş Sosyal Temsiller ve Henri Tajfel’in geliştirdiği Sosyal Kimlik yaklaşımıdır. Sosyal kimlik yaklaşımına göre, kişi kendisini ve diğerlerini benlik kimliği, grup kimliği, karşılaştırma ve psikolojik ayırıcılık olmak üzere dört yolla kategorize eder. Bunların tamamı da kişinin sosyal kimliğini oluşturur. Aynı tarihlerde ortaya çıkan bir başka büyük eğilim, gerileyen tutum çalışmalarının yerine nedensel yükleme çalışmalarının ön plana çıkmasıdır. Temelini Heider’ın attığı atıf kuramı, bireylerin günlük yaşamda diğerlerinin davranışlarını nasıl açıkladıklarına odaklanan bir kuramdır. 1970’lerin ortalarında, günümüzde de sosyal psikoloji alanını ağırlıklı olarak belirlemeye devam eden sosyal biliş yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Yukarıda ana hatları çizilen tarihsel süreçten de anlaşılabileceği gibi, sosyal psikoloji için zihinsel olguların çalışılması yeni bir gelişme değildir. Tarihi boyunca zihinsel olgular sürekli bu disiplinde var olmuştur. Ancak sosyal biliş yaklaşımının yeniliği, 1960’ların ortasında ana disiplin psikolojide davranışçılık yerine geçen bilişsel akımın açık ve doğrudan biçimde sosyal psikolojiye taşınmış olmasıdır. Bu bilişsel yaklaşım, insan zihnini, tıpkı bilgisayar gibi bir bilgi işleme düzeneği olarak görmektedir. Sosyal psikolojide sosyal biliş yaklaşımının temsilcileri, bilgisayar ve insan zihni arasında kurulan bu anolojiyi aynen kabul etmişler ve bu bilgi işleme düzeneğinin sosyal dünya hakkındaki bilgiyi nasıl işlediğine odaklanmışlardır. Diğer bir deyişle, ana disiplin psikolojideki bilişsel yaklaşım, sosyal psikolojiye “sosyal biliş” yaklaşımıyla uyarlanmıştır. Bu yaklaşımın temel varsayımı, sosyal dünyanın çok karmaşık olması ve insanın sınırlı bilgi işleme kapasitesi olan zihninin bu karmaşıklığın üstesinden gelememesidir. Bu yüzden de, sosyal dünyaya ait bilgiyi işlerken kestirme yollar kullanırız ve bu da bilgi işlemede hatalı sonuçlara yol açar. Bu varsayımların izlerini sosyal psikolojide en çok kalıp yargıların oluşturulması ve ilk izlenim oluşturma konularında bulmak mümkündür (Yrd. Doç.Dr. Aysel Kayaoğlu, Doç.Dr. Rüçhan Gökdağ,2013).
Sosyal Psikolojinin İlgilendikleri
Daha önce bahsedilen sosyal psikolojinin ilgi alanları kısaca göz atmak gerekirse;
Uyum bir kişinin inanç ve davranışlarını grup standartlarına göre değiştirme eğilimidir. İnsanlar başkalarıyla anlaşmazlığa düşmekten olumsuz sonuçlar doğuracağını varsaydıkları için kaçınırlar. Muzaffer Şerif’in deneysel çalışmaları gruba uyma konusunda dikkat çekici olmuştur. Yapılan pek çok deneyde insanların doğru cevapları biliyor olmalarına rağmen, grup içerisinde çatışma yaratmamak için çoğunluğa uydukları gözlemlenmiştir (Nicky Hayes,2011).
Araştırmalar insanları etkileyebilecek çok çeşitli boyun eğdirme stratejilerinin olabileceğini göstermiştir. Küçük bir isteği kabul ettirmek, ötekilerinin kabulünü kolaylaştırmaktadır. Kabulü zor büyük bir istek daha az›n›n kabulünü kolaylaştırır. Yine istekleri birleşenlerine ayırıp sırayla sunmak bir başka itaat sağlama tekniğidir.
Sosyal sınıfların özelliklerine ilişkin inançlara kalıp yargı denilmektedir. Kalıp yargı cinsiyet, ırk, meslek, fiziksel görünüş, yerleşim yeri, bir örgüt ya da gruba üye olma gibi ayırt edici özelliklere dayanır. Kalıp yargısal düşünmenin açıkça görülebilecek en temel niteliği çabukluğudur.
Belli koşullarda derhal harekete geçmek için temel oluşturur. Gerçekten de kalıp yargılar, düşünmenin kısa yollarıdırlar; ilk kez karşılaştığımız insanlara ilgili olarak,geçerli ve zengin bilgiler sağlarlar.
Bir kişinin başka birisi hakkında genel bir yargıya varmak için, değişik bilgi kaynaklarını birleştirme sürecidir. Başkaları hakkındaki algılarımız, toplumsal yaşamımızın önemli bir parçasıdır. İnsan ilişkileri oluşan izlenimler sonucunda şekillenir. İletişimin sıklığı ve düzeyi önemli ölçüde bu ilk izlenim tarafından etkilenecektir.
Sosyal psikolojide, asker grubunun, şirketlerin, resmi dairelerin yönetilmesinden, partilerin ve dini grupların yönetilmesine kadar hemen her konuda liderlik konusu kapsamlı olarak incelenmiştir. Liderlikten yoksun bir örgütün insan ve makine topluluğundan başka bir anlam ifade etmediğini ileri süren sosyal psikologlar liderlik kavramını belli amaçları gerçekleştirebilmek için insanları ikna edebilme yetisi olarak tanımlamışlardır.
Sosyal psikolojinin ilgilendiği tüm bu konular üzerinde pek çok bilim insanı sayısız araştırma ve deney yapmıştır. Bu araştırmalar arasında öne çıkan isimlerden bazıları Solomon Asch, Muzafer Sherif, Leon Festinger, Stanley Milgram, Albert Bandura ve Philip Zimbardo’dur