Günahın ve sevabın hüküm konusunun başka bir âleme ait olduğu dünyada, insanlar daha genç yaşlarda yanlışın, doğrunun, iyinin, kötünün, en azından toplumsal hayatta bir çizgisinin olmadığını kişiden kişiye, kurumdan kuruma, toplumdan topluma değişebildiğine, hatta var olmadığına emin oluyor.
Tanımlar sınırları çizer derim hep. Doğal olarak tanımı olmayanın sınırı da olmaz. Tabi buradaki sınırsızlıktan kasıt ahlaki veya etik değil. Ne olursa olsun e tabi her şey de olduğu gibi her yasanın, teorinin, olgunun, durumun da gecesi, gündüzü, siyahı, beyazı var.
Bir şeyin tanımının olmaması aslında müthiş bir şey. Sınırsızlık, güç veriyor, heyecan veriyor, amma ve lakin yanlış, doğru iyi, kötü yaklaşımları için geçerli değil. Onların tanımı var, yani var da bu tanımlar her insan için ayrı ayrı. Toplumsal olarak belli başlı konularda anlaşılmış gibi görünse de pratikte kimsenin hiçbir anlaşmaya uyduğu yok. Eğer kimse bilmiyorsa yapılan yanlışı, bir anda yanlış olmaktan çıkıvermiyor mu? Yada üste çıkabiliyorsa insan bir yol ile artık haklı ya da doğru olmuyor mu? Hayatı boyunca saat imal etmiş birine göre zamanla Einstein a göre zaman aynı şey mi?
Büyüklerimiz bizlere böyle öğretmemiş olsa da ya da tam aksini empoze etmiş olsa da yaşam denen akış kulağımıza sık sık – kim olsa aynısını yapar… - başkası yapacağına sen yap… - Sen öyle yaptın ama nedeni onun şöyle yapmasıydı… Bir şeyler… Bir şeyler diye fısıldamıyor mu? Sonra bizler suçu şeytan ve türevlerine atmıyor muyuz? Teologun şeytan dediğine; psikolog ego; siyasetçi politika; çalışan veya patron strateji falan feşmekân demiyor mu?
Garip öğretilerle büyüyoruz. Toplumsal öğretiler. İyilik, kötülük tanımları, günah, sevap vs.. Haydi hepimiz düşünelim “kötü birimiyim acaba ben?” diye. Düşünelim mmmm düşünelim bakalım sonuç ne çıkacak? Durun ben söyleyeyim; hepimiz iyi insanlarız, adamız, dürüst ve iyi kalpliyiz. Bu zamana kadar yaptığınız her hareketin bir açıklaması var. Yaptığımız yanlışlarda, hatalarda veya kâh başkasına, kâh kendimize verdiğimiz zararların bir nedeni mevcuttu ve sorumluluk sadece bizde değildi. Etken sıralamasında da hep üçüncü dördüncü sıradaydık.. İlahi düşünürsek… “ -Hımm evet günahkârım ama kalbimi Allah biliyor.” “-Allah affetsin” ile geçiştirilen düşünceler, yada kim günahkâr değil ki? Yaklaşımları….
Anlayacağınız çok uzun zaman oldu haksız ve kötü birini görmeyeli. Arada bir pişman insanlar görüyorum, onlarda kısa sürede yönlendirme ve yansıtma gibi ilimler kullanıp pişmanlıklarından arını veriyorlar. Söz uçar yazı kalır diye bir söz var ya. Yok, aslında tam tersi oluyor artık hayatta. Sadece sözler akılda kalıyor onlarında bir kısmı… yaralayan yada işleyen kısımlar. Kısa süre içinde onun kolayı da bulunuyor “- Ben onu demek istememiştim ..” “-Yanlış anlamışsınız...” “-Onu demiştim ama sende şunu demiştin…” “- Onu demiştim ama o zaman öyle düşünmüştüm. ..”
Sürekli bir yarışın, bir meydan savaşının, entrikaların döndüğü, haklı veya doğru olmak için kendini inandırmanın yeterli olduğu, bunun da aynı yalanın birçok kez söylemekle mümkün olduğu. Anlayacağınız her anlamda gücü gücü yetene sisteminin döndüğü bir dünyada, yani bu durumu sorgulamanın bile ahmakça olduğu bir dünyada yaşamaktayız. Aslında bize değer verenleri, lider görenleri, çocuklarımızı yaşatmaktayız.
Bu duruma sık sık dur diyoruz. Diyoruz da dur dediğimiz hep başkası oluyor.
Şimdi herkes en son ne zaman birinden? ; ”-Yaptığım hatayı unutsun, konu uzamasın, eski hayatımıza dönelim” diye değil de, gerçekten ve sadece onu kırdığı için özür dilediğini düşünsün. En son ne zaman bir hata yaptığında? ; “-Paçayı nasıl kurtarırım? Bu işten nasıl zararsız çıkarım? Örtbas ederim?” diye düşünmeden hatasını kabul edip tüm sorumluluğu alıp gerekeni yaptığını düşünsün. En son ne zaman? “-Bir şey yaptığında” ,“-Sende zamanında şunu yapmıştın veya sen öyle yaptın diye bende böyle yaptım” demek yerine bu yaptığımın geçmişle alakası yok hatalıyım dediğini düşünsün. En son ne zaman çok büyük çıkarları olacakken üzerine basacağı veya zarar görecek insanları düşünerek bir şeylerden vazgeçtiğini düşünsün. En son ne zaman kendi keyfi veya çıkarları haricinde süreçler yönettiğini düşünsün. Daha doğrusu en son ne zaman .....
Bu soruların cevaplarını da sadece kendimize verelim ve kendimizi bir hâkim, bir cellât hatta tanrı yerine koyalım ve kendi hükmümüzü verelim.
Kendimizi asla ama insanlığımızı tanımlayalım.
Bu mantığı yaşam tarzı haline getirebilmek için de kendimize dönelim, bu dönüşün motivasyonu için de alttaki şiiri ara ara dinleyelim…
Hacı Haydar SALIK