Bireyin yaşamında sübjektif olarak, süreklilik ve tutarlılık içinde, yaşanılan yer, zaman durum ve koşullardan bağımsız olarak durumların olumlu olduğuna ve olumlu olacağına inanma eğilimine iyimserlik denilebilir. Aslında iyimserliği bu eğilimi içeren düşünme biçiminin yanında bir kişilik özelliği olarak da düşünebiliriz. Olumlu veya olumsuz şekilde yapılandırılmış beklentilerin karşılaşılan duruma karşı alınan aksiyonu, durumu ele alış biçimini, kişilerin iyi oluş hallerini etkilediği de düşünülebilir. Örneğin iyimser bireyler kötümserlere göre olumsuzluk bir durumla karşılaştıklarında daha planlı davranarak aktif ve problem merkezli başa çıkmayı kullanmaktadırlar. Bu durum da başa çıkmada yeterlik düzeyini ve başarıyı etkilemektedir.
İyimserlik, motivasyon ve baş etme davranışını etkileyerek iyilik halinin oluşmasına aracılık eden önemli bir mizaç özelliğidir. Bu, gelecekteki koşulların en iyi sonucu alacağına dair bir inancı yansıtmaktadır. İyimserlik zihinsel bir tutumdur. İyimser olmak, kelimenin tipik anlamıyla, herhangi bir durumdan mümkün olan en iyi sonucu beklemek olarak tanımlanır. Buna genellikle psikolojide iyimserlik eğilimi denir. İyimserlik eğilimi, bireyin yaşamın zorluklarıyla başa çıkmada genel olarak iyimser ya da kötümser bir yaklaşım belirleme derecesidir.
İyimserlik yetisi düşük olan ya da kötümser olarak adlandırılabilecek bir bireyin karşılaştığı vakalar karşısında olumlu düşünceler yaratabilmesini beklemek pek doğru olamayacaktır. Burada üzerinde durulması gereken konu iyimserliğin ve bağlı olarak olumlu düşünmenin gerçekçi ve sağlıklı temellere dayanması diyebiliriz. Uzun yıllar boyunca araştırmacılar olumlu düşünmenin yüksek başarı ve olumlu duygu durumuyla ilişkili olduğunu düşünmüşlerdir.
Bir olayda başarılı olacağını düşünen birey, aynı durumda kötü bir sonuç alacağını düşünen bir bireye göre daha iyi bir performans gösterir ve kendisini daha iyi hisseder. Örneğin; bir araştırmada kalp nakli hastalarına, ameliyat öncesi beklentileri sorulmuştur. Olumlu beklentisi olan hastalar, olumsuz beklentisi olan hastalara göre ameliyattan sonra yaşama daha iyi uyum göstermişlerdir. İnsanları yaşama çok iyimser gözle bakanlar ve çok kötümser gözle bakanlar arasında bir sürekliliğin içine yerleştirebilir. İnsanlar, bu bakış açılarından birini benimsemek konusunda tutarlı bir yaklaşım içinde oldukları için araştırmacılar bu kişilik değişkenine iyimserlik eğilimi derler.
İyimserler, kendilerini yüksek hedefler belirler ve bu hedeflere ulaşabileceklerini düşünürler. Araştırmacılar bireyin kendi yeteneklerine güvenmesinin, başarının anahtarı olduğunu bildirir. İyimserler engellerin ve geçici başarısızlıkların moralleri bozmasına izin vermezler.
İyimserliğin temelinde bireyin hayattaki olaylarla başa çıkabilme yeterliğine olan inancı yatar. İyimserler her türlü olumsuzluğa çok daha kolay karşı koyabilirler. Kendilerine güvenirler, bu sayede olumsuzlukları çok fazla önemsemezler doğal olarak daha az etkilenirler. Bir iyimser özelliği olarak kendi değerlerinin farkındadırlar değersiz olduklarını düşünmezler. Hayattan çok karışık şeyler beklemezler çünkü zaten ufak şeylerden zevk almasını ve anı yaşamayı bilirler. İçe dönük, tutuk ya da güvensiz olmadıklarından, açık ilişki kurabilmelerinden ve açık konuşmalarından iyimserleri, tavır ve hareketlerinden hemen tanımak mümkündür.
İyimserlikle ilgili yapılmış çalışmalar incelendiğinde ayrı başlıklarda ele alınması gereken birden fazla kavramsal açı karşımıza çıkmaktadır. Bunları; öğrenilmiş çaresizliğin alternatifi olarak doğmuş olan “Öğrenilmiş İyimserlik”, gelecek ile ilgili bir yükleme biçimi olarak “Geleceğe Yönelik İyimserlik”, “Açıklama Biçimi Olarak İyimserlik” ve olumsuz etkiler de barındıran “Gerçekçi Olmayan İyimserlik” olarak sıralayabiliriz. Bu kavramları daha yakından inceleyecek olursak;
Öğrenilmiş iyimserlik;
Seligman ilk önceleri öğrenilmiş çaresizlik olarak bilinen fenomeni araştırmıştır ve ilgi çekici sonuçlar elde etmiştir. Araştırmalarının devamında insanların bu öğrenilmiş düşünce ve alışkanlıklarından sıyrılma yolunun iyimser düşünceden geçtiğini, insanların iyimser düşünce biçimlerini öğrenmelerinin mümkün olduğunu bulgulamıştır. Örnek olarak; uzmanlar terapilerinde hastalarının olumsuz yükleme biçimlerini değiştirmek adına olumlu yükleme biçimlerini geliştirmeye çalışırlar. Yaşanan durumların kontrol edilemez, hastaya özel, kalıcı ve değiştirilemez olmadığı tam tersi hemen hemen her durumun genel, değişken kontrol edilebilir olduğu telkinleri ile koşulların çok daha olumlu biçimde değerlendirilmesini sağlarlar. Bu psikolojik açıdan çok daha sağlıklı bir düşünme biçimidir ki bu da hastalara olumlu bir eylemlilik hissi verir; böylece yaşamlarını aktif şekilde kontrol edebilirler.
Öğrenilmiş iyimserlik öğrenilmiş çaresizliğin tersidir. Bir şeylerin mutlaka kötü olacağını düşünmek yerine, en iyisini umut etmek ve olayları iyi tarafından görmek öğrenilebilir bir şeydir.
Bireyi felakete sürükleyebilecek şekilde, körü körüne sonuçların göz ardı edildiği bir teslimiyet ile öğrenilmiş iyimserlik karıştırılmamalıdır. Bireyin başarısızlık korkusuyla durmak yerine başarı güdüsü ile eyleme geçmesi, olumsuzluklara, engel ve zorluklara karşı, ısrarla olumlu sonuca ilerlemesi, başarısızlıkları bireysel kusurların değil, üstesinden gelinebilecek koşulların sonucu olarak görmesi şeklinde düşünülmelidir.
Geleceğe Yönelik İyimserlik;
Seligman’a ait öğrenilmiş çaresizlik hipotezinin Scheier ve Carver tarafından yeniden gözden geçirilmesi ile ortaya atılmış olan Seligman öğrenilmiş iyimserlik modeli ve Seligman açıklama biçimine dayanan bir modeldir.
Modele göre geleceğe yönelik iyimserlik, içinde yaşanılan koşul ve değişkenlerden bağımsız olarak bir kişilik özelliğidir. Bireyin geleceğe yönelik olumlu beklentileri geleceğe yönelik iyimser kişilik özelliğini ifade ederken, hayattan daha az iyi şey ya da daha fazla kötü şey beklemesi geleceğe yönelik kötümser kişilik özelliği olarak tanımlanmıştır.
Açıklama Biçimi Olarak İyimserlik;
Bu modelde de iyimserlik bilişsel bir özellik olarak ele alınmıştır. Bireylerin olumsuz bir durumu nasıl açıkladıkları ile ilgilenilmiş ve özel olarak bireylerin olumsuz durumların nedenlerini açıklama alışkanlıkları üzerinde durulmuştur. Açıklama biçimli modelin; kişiselleştirme, kararlılık ve yaygınlık olarak ayırılmış üç yükleme biçimi boyutu bulunmaktadır. Gerçekleşmiş olaylara ilişkin açıklama biçimlerine bağlı olarak ele alındığında, açıklama biçimi olarak iyimserlik; bireylerin olumsuz bir durumu dışsal, değişebilir ve özel etkenler ile açıklaması durumudur. Kötümser bireyler ise, olumsuz olayı içsel, değişmez ve genel nedenlerle açıklamaktadır.
Gerçekleşmiş bir olayın dışsallığı, bireyden bağımsız dış etkenlerle gelişmesini tanımlar. Değişebilir olması, bireyin tutum ve davranışlarından etkilenerek farklı boyutlar kazanabilmesini tanımlar. Olayın özel oluşu ise, o anki değişkenlerle tek seferlik bir durum oluşunu temsil eder. Karakteristik olarak bu tarz bir açıklama yaklaşımı iyimser bireylerin özelliğidir. Gerçekleşmiş bir olaya içsel bakmak; olayla ilgili kendini sorumlu tutmayı, değişmezliği; kişisel çaba ile etkilenemeyecek olduğu düşüncesini, genel oluşu da bu ve benzeri olaylarla hep karşılaşılacağı inancını temsil eder ki karakteristik olarak bu tarz bir açıklama yaklaşımı kötümser bireylerin özelliği olarak ele alınmaktadır. Bireyler bu düşünsel biçimlere göre yaşanmış bir olaya farklı yükleme eğilimi gösterirler.
Gerçekçi Olmayan İyimserlik;
Gerçekçi olmayan iyimserlik kavramı Weinstein tarafından geliştirilmiştir. Bu kavrama göre, yaşanabilecek olumsuz olayların başkalarının başına gelme olasılığının bireyin kendi başına gelme olasılığından daha yüksek bulması durumudur. Bu yükleme biçiminde bireyin kendini diğer insanlardan şanslı, değerli, özel hissetmesinden dolayı ya da olumsuz durumları kendine yakıştıramamasından ötürü elinde gerçekçi veriler olmamasına rağmen başına olumsuzluklara nazaran daha çok iyi şeylerin geleceğini düşünmesi ve nominal bir iyimserlik haline bürünmesi durumudur. Gerçekçi olmayan iyimserlik, gerçekçi olmayan bir biçimde, geleceğin çeşitli fırsatlar ve az sayıda olumsuz olaylar içerdiğine inanmaktır.
Gerçekçi olmayan iyimserlik bir bireyin diğerlerine kıyasla olumsuz bir olay yaşama riski daha az olduğuna inanmasına neden olan bilişsel bir önyargıdır. İyimser önyargılar toplumda oldukça yaygındır. Yapılan çalışmalara göre gerçekçi olmayan iyimserlik, cinsiyet, ırk, gelir durumu, yaş gibi demografik özelliklere göre değişmez. Bir bireyin iyimser olarak önyargılı olmasına neden olan dört faktör vardır: olayların sonucuna karşı beklenti, bireysel bilişsel mekanizmalar, başkaları için geliştirilen ön yargılar ya da bilgileri yorumlama biçimi ve genel ruh hali.
Bireyler, kendileri ile alakalı gerçekte neler olabileceği yerine, görmek istediklerini destekleyen bilgileri bulmaya odaklanırlar. Gerçekçi olmayan bir iyimserlik ile olayları daha olumlu algılarlar. Aslında bunun sebebi öyle olmasını istemeleri, kendilerinin ortalamadan daha iyi olduklarını düşünmeleridir. Bu sebeple diğerlerine kıyasla daha az risk altında olduklarını hissetmeleridir. Örneğin birçok sigara içen birey, gerekli tüm ihtiyati tedbirleri aldıklarını düşünerek, belirli sayıda sigara içerek ya da filtrelenmiş sigara kullanarak akciğer kanseri olamayacaklarına ve hatta kanser olan başkalarının da aynı önlemleri almadığına inanırlar.